İhracat Destekleri

Bakanlığımız tarafından yürütülmekte olan ihracata yönelik devlet yardımları, yurtdışına açılma sürecinde firmalarımıza destek sağlanmasını amaçlayan bütünsel bir bakış açısıyla sürdürülmektedir. Desteklerde ihracata hazırlık, pazarlama ve markalaşma olmak üzere üç olgunluk seviyesi bulunmaktadır.

(20.08.2019) KEP aracılığıyla iletilen her başvurunun imza sirküleri ile birlikte sunulması ve başvuruda yer alan belgelerden her birinin başvuru sahibini temsil ve ilzama yetkili kişi/kişiler tarafından 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu standartlarına uygun nitelikli elektronik sertifika kullanılarak oluşturulan elektronik imza ile imzalanması ve elektronik imzalı dokümanların dosya uzantılarının İncelemeci Kuruluşa ait (Bakanlık/İBGS/Bölge Müdürlüğü vd.) Elektronik Belge Yönetim Sistemince tanınır olması zorunludur.
Belgeler elektronik imza ile imzalandıktan sonra orijinal halleri ile KEP gönderisinin ekine yüklenmelidir. (.zip, .rar ve benzeri sıkıştırılmış dosya uzantıları gönderilmemelidir). KEP ve elektronik imza ile ilgili sorunlarınızı bu hizmetleri aldığınız kuruluşlara iletmelisiniz.
KEP Adreslerimiz: T.C. Ticaret Bakanlığı (ticaretbakanligi@hs01.kep.tr), Marmara Bölge Müdürlüğü (marmarabolgemud@hs01.kep.tr), İç Anadolu Bölge Müdürlüğü (eb.ankarabolgemud@hs01.kep.tr), Batı Anadolu Bölge Müdürlüğü (eb.batianadolu@hs01.kep.tr). İhracatçı Birliklerine ait KEP adreslerine, birliklerin internet sayfalarından erişim sağlayabilirsiniz. Belgeler sadece mevzuatta belirtilen başvuru mercii kuruluşun KEP adresine iletilmelidir
İşlemlerin düzgün ve hızlı yapılabilmesi için, başvurularda konu ve ilgili birimin belirtildiği üst yazının (dilekçe) yer alması gerekmektedir.

kaynak: https://ticaret.gov.tr/destekler/ihracat-destekleri

Sözleşmenin gücü

Ara sıra sohbetlerimizde sözleşmeleri gündeme getirip detaylarına ufak dokunuşlarda bulunmuşumdur. Hatta sözleşmelerin bizleri zor durumlardan kurtarabilecek olanaklar sağlayabildiklerini de yazmışımdır.

Birilerinin yaşadığı olumsuzlukları dolaylı yoldan dile getiren bir paylaşıma rastladığımda, yine sözleşmelerin bizlere sağlayabilecekleri konusunu hatırladım.

KOBİ ölçeğindeki ihracatçılarımızın ezici bir çoğunluğunun sadece teklif üzerinden iş yapmaya çalıştıklarını ve sözleşme konusunun endişe verici boyutta ihmal edildiğini biliyoruz. Hatta birçok işletmede “Hocam, sözleşmeyi gündeme getirdiğimizde, müşteri almaktan vazgeçiyor” diye yakınmaları duyduğumu belirtmek isterim.

Çok bilinen özdeyiş “Söz uçar yazı kalır” der.

Neredeyse dilimden düşürmediğim, her ortamda dile getirdiğim ve hatta atasözüne döndürdüğüm bir deyişim vardır “Mişli geçmiş zamanla ticaret yapılmaz.”

Biz öyle dememiştik, siz öyle konuşmamıştınız, biz öyle anlamamıştık gibi sonu hep mış, miş, muş şeklinde biten cümlelerin bizi götüreceği yer, ciddi bir uyuşmazlıktır.

O zaman çözüm nedir?

Çözüm iyi hazırlanmış, karşılıklı menfaatleri ve işin özünü gözeten bir sözleşmedir.

Sözleşme istemeyen müşterilerle ilgili görüşüm çok açık ve nettir.

Paranızı peşin alınız ve malınızı ancak o şekilde teslim ediniz.

Aksi takdirde sorun yaşamanız nerdeyse kaçınılmaz olacaktır. Sözleşmeden uzak duran ve hatta kaçınan kişilerin, sorun yaşandığında kaçacak kapıları aralık bırakmaya çalıştıklarını aklınızda bulundurun. Siz işinizi iyi yapıyorsanız ve bunu yazıya dökmek istiyorsanız, alıcınız da konuşulan ve üzerinde anlaşmaya varılan konuları daha sonra saptırmak istemiyorsa, sözleşmeden neden kaçınılsın ki? Başımdan geçen iki ihracat sorununu ve sözleşmenin bunların çözümünde oynadığı rolleri örnek vereceğim. Bu olaylar yaşanmıştır ve gerçektir eski deyimle “Ayniyle vakidir.”

ABD Doları ile alınan hammaddeyi kullanarak üretilen malları, müşterinin talebi üzerine, Euro ile ihraç ediyordum. Bir süre sonra çapraz kurlarda oluşan çalkantılar, alımın pahalılaşmasına ve ancak satış getirisinin düşmesine neden olmuştu. Çapraz kurların hareketliliği ile ithal hammadde fiyatlarındaki değişimler her zaman oluşabilecek şeyler olduğundan, işin en başında dikkatli olmak için sözleşmede bunları öngören tedbir maddeleri koymuştum.

Gerek çapraz kurlar ve gerekse ana hammadde fiyatlarında oluşabilecek değişikliklerin fiyatlarımızda oluşturabileceği aşağı ve yukarı hareketlilikler için makul sayılabilecek sınırlar koyduk. Bu sınırları aşılması halinde ya fiyat indirecek ya da fiyat artışı alacaktık.

Bu madde bizi ABD Doları ile Euro çapraz kurunun sert bir şekilde değişmesi üzerine oluşabilecek zararlardan korudu.

Bir başka işimizde de teknik detayları yazıya dökerek mutabakat sağlamıştık. İş devam ederken müşterimizin yaşadığı sorunu, uzman bir kuruluşa taşıdık.

Onlara hem şahit numunemizi hem de sözleşmede mutabakata varılan teknik detayları yolladık. Bu kuruluş aracılığı ile sorunun bizden değil ancak müşterimizin kendi uygulamalarından kaynaklandığını kanıtlayabildik. Tekrar etmekte fayda var “Söz uçar yazı kalır ve mişli geçmiş zamanla ticaret yapılmaz.”

Veri ve bilgi

Pazar araştırması yaparak, hedef pazar belirlemeye ve sonraki aşamalarda da olası müşterilere ulaşmaya çalışan bir dostumuzla konuşuyorduk. “Hocam internet denilen şu meret tam bir gayya kuyusu orada neredeyse yok yok” diyerek söze başladı. İsteyenin her aradığına orada erişebileceğini söyleyerek “Araştırma yaparak bulunamayacak bilgi, erişilemeyecek kaynak yok” diyerek sözlerine devam etti.

Yanlış mı bu diye hiç tereddüt etmedim çünkü doğru bir yorum.

Ancak…

İnternette erişebileceğimiz birçok şey, deyimi uygunsa bizim aradıklarımız için ham veri kıvamında oluyor. Kuşkusuz bulunduğunda hemen kullanılabilecek bir şeyler elbette önümüze çıkabiliyor amma erişip toplayabildiklerimizin ezici bir çoğunluğu, işlenmeye muhtaç veriler oluyor.

İşte burada yapılması gereken iş bizim çalışmamızın kritik yolunu belirliyor.

Toplanılan verilerin işimize yarayacak “Kullanılabilir Bilgi” haline getirilmesi gerek şart. Araştırmalarımızın getirisi olan verilerin işimize yarayabilmeleri için öncelikle, onları elde ettiğimizde nasıl değerlendireceğimiz konusunda yol haritamızın çizilmiş olması işlerimizi bir hayli kolaylaştıracaktır.

Varsayımlardan ve önyargılardan sıyrılmış olmanın birinci kura olduğunu düşünüyorum.

Gerçek bir örnek vererek bunu açıklayayım.

Bir meyve için yıllar önce yaptığım çalışmada, rekabet analizlerinin sonucunda karşıma çıkan ülke beni şaşırtmak bir kenara oldukça hayrete düşürmüştü. Çünkü o ülkede o meyvenin değil hasadının yapılabilecek kadar yetişmesi, serada bile ancak süs bitkisi olarak yetiştirilebilmesi mümkündü.

Bir sonraki aşamada ortaya çıkan gerçek ise bu ülkenin çok ciddi ithalat yapmasının yanı sıra artı değerde ihracat yapıyor olmasıydı.

Al sat işinden güzel para kazanıyorlardı.

Klasik anlayışla yaklaşmış olsaydım, yüksek ihracat rakamı olan ülkenin, rakip olarak değerlendirilmesinin yanı sıra, müşteri potansiyeli açısından ihmal edilmesi gündemde olurdu.

Varsayımların ve önyargıların dışına çıkarak yaptığım çalışmada, bu ülkenin ciddi bir alım potansiyeline sahip olduğu ortaya çıkmış ve sonuçta işbirliği olasılıkları, net alıcı olan birçok ülkenin ciddi boyutta önüne geçmişti ve sonuçlar da işe yaramıştı.

Önereceğim ilk unsur, internet çalışmasına başlamadan önce ne arayacağımızı açıkça belirtmek olacaktır. Aksi takdirde o gayya kuyusunda derinlerde saplanıp kalabiliriz.

Toplayacağımız verilerin bizim için sonuç değil yol gösterici olduğunu akılda tutmalıyız.

Veri tabanlarından bulduğumuz veya aldığımız firma adresleri, bizleri olası müşterilere ne kadar yaklaştırabilir?

Spot piyasadan sıkıntısız beyaz eşya bulmak gibi düşük olasılıkları bir kenara bırakıp, elimize geçen firma adreslerinin arkasından neler yapmamız gerektiğini baştan planlarsak, hedefi ortasından vurabilmek bir hayli yüksek olasılıkta olacaktır.

Önce elde etmek istediğimiz bilgiyi detaylı olarak yazıya dökelim.

Sonra bu bilgiye erişebilmek için toplamak istediğimiz veriyi açıkça tanımlayalım.

Toplanacak veri üzerinde nasıl bir çalışma yapacağımızı belirleyelim.

Veri her yerde…

Peki bilgi, verinin olduğu her yerde mi?

Yoksa veriyi alıp bilgiye mi çevirmek gerekli…

Ustalara sözüm var…

Geçtiğimiz günlerde profesyonel sosyal medya platformu Linkedin üzerinden, bir dostumuzun eleman arayışını duyurmuştum. Dört bine yakın tıklama ve epeyce de paylaşım almıştı. Buna göre de duyurunun oldukça çok binli erişime vardığını varsaymak pek de yanlış olmaz sanırım.

Gel gelelim başvuru sayısına baktığımızda bu sayının, duyurunun varmış olduğunu varsaydığımız rakamlarla kıyaslanması dahi düşünülemeyecek kadar az olduğunu gördük. Beni düşündüren unsur, başvuru sayısının az olmasından daha fazla neden az olduğu…

Kendimce bir yorum yaptım ve duyuruda yer alan ” Müşterilerle iletişimde olabilecek kadar yabancı dil ve sevk evrakı hazırlayabilecek kadar tecrübe ” ifadeleri, başvuru sayısının fazla olmasını engellemiş olsa gerek dedim.

Kuşkusuz iyi elemanların da birileri tarafından kapılmış olduğu gerçeğini de yadsımamak gerektiğini akılda tutmalıyız.

Herkes yetişmiş eleman arıyor…

Ben de hep ” Yetişmiş elemanın ağacı yok ki gidip oradan toplayalım ” deyip duruyorum.

Geçtiğimiz hafta gazetemizdeki Anekdot köşesinde Sayın Doğan Selçuk Öztürk’ün, Netaş’ın eski CEO’su Sayın C. Müjdat Altay ile yaptığı söyleşiyi okudum. O arada da eleman ihtiyacı olan dostumuzla, bu arayışı üzerine bir görüşme yaptım ve o söyleşinin içeriğinden söz ettim.

Sayın Altay, Netaş için geçmişte 1.000 mühendis aradıklarını ancak istedikleri özellikte yeterli sayıda eleman bulamadıklarını belirtiyor. Bulamayınca da ilanı değiştirip sadece mühendis aradıklarını ve gelenleri de eğitime alarak yetiştirdiklerini söylüyor.

Ustalar sözüm size…

Kuşkusuz sizler birer Netaş değilsiniz ve çok sayıda eleman alıp yetiştirmeyi bekleyecek gücünüz yok. Amma ve lakin yanınıza bir şeyler öğrenmek için gelen stajyerleri, ayak altında dolaşmayın deyip, staj belgelerini imzalamadan onlara bir şeyler öğretme şansınız var.

Bana ” Okulda hiçbir şey öğrenmemişler ben ne yapayım ” bahanesi ile gelmeyin.

Hepsini en ince detayına kadar biliyorum. Okullarımızın, üniversitelerimizin, eğitim sistemimizin durumunun hali herkesçe malum bana söz düşmez.

Ancak, okullardaki hocalarımız dış ticareti ne kadar biliyorlar ki öğrencileri iş hayatına hazırlayabilsinler. Amacım kimseyi kırmak değil amma uygulamasını yapmadığınız bir işi ancak teorik zeminde öğretebilirsiniz ki bu da sektöre gelen deneyimsiz arkadaşlar için yeterli görülmüyor.

O zaman iş başa düşüyor ustalar…

Hani derler ya “Pamuk eller cebe”

Siz ustalar genç ve deneyimsiz elemanlara kucak açın.

Açın ki yarın “Tecrübeli eleman” almak üzere ilan verdiğinizde yüzünüz kızarmasın.

Tecrübeli eleman bulamadığınızda da geri dönüp bakının ” Ben bu konuda şimdiye kadar ne yaptım ” diye düşünün.

Samimi olarak ifade etmek isterim ki görüştüğüm epeyce çok sayıdaki firmada çalışan genç arkadaşların arasında, o firmalarda stajyer olarak çalıştıkları sırada, kendilerine gerçekten iş öğrenme şansı verilen gençlerin, mezuniyetleri sonrasında bu firmalarda işe başlatıldıklarını görüyorum.

Ben futbolu bilmem ve anlamam amma takdir ettiğim bir şey varsa o da alt yapıya verdikleri önemdir.

İhracatçıların alt yapı desteği var mı?

Bilen varsa beri gelsin…

Ustalar elinizi şakağınıza koyun ve bir düşünün ” Bugün gençler için ne yaptınız?”

Ümit veren artış

Bu aybaşında, her zaman olduğu gibi dış ticaret rakamları açıklandı.

Özellikle ihracatın artışının geldiği nokta gerçekten ileriye dönük olarak ümit veriyor.

Türkiye İhracatçılar Meclisi ( TİM ) internet sayfasında yayınlanan son rakamlara göre 2021 yılı Mart ayı ihracat rakamı 19 milyar ABD dolarına yaslanmış.

Tam rakam 18.985.472.487,27

Bir önceki yılın aynı ayına göre artış ise yüzde 42,2 olarak belirtiliyor.

Bu rakam kimilerini şaşırtacak kadar büyük görünse de geçen yılı COVID-19 nedeniyle oldukça sıkıntılı yaşadığımızı hatırlayalım. Bu nedenle de 2020 Mart ayı ihracatımızın, yine TİM rakamlarına göre, 16,336 milyar ABD Doları civarında gerçekleşen 2019 yılının mart ayına oranla yüzde 17,8 oranında azaldığını ve 13,4 milyar ABD Doları civarında gerçekleştiğini de aklımızda tutalım.

Kıyaslamaların daha sağlıklı zemine oturabilmesini sağlamak açısından bu verileri akılda tutmakta yarar vardır.

Bu rakamlardan hareketle baktığımızda Türk ihracatçısının 2021 yılının Mart ayında, 2020 yılında yaşanan kayıpları bile telafi ederek, 2019 yılı mart ayını dahi yüzde 16’dan biraz fazla geçmiş ve 19 milyar ABD Doları’na yaslanan bir ihracat rakamına erişmiştir.

Bu gerçekten ciddi bir başarıdır…

Bu rakam Türk ihracatçısının, krizdeki ülkelerin nabzını iyi tutabildiğinin bir göstergesi olabilir mi?

COVID-19 krizinin baş göstermesiyle birlikte, tedarik zinciri yönetimlerinde oluşması olası hareketlere dikkat çekerek ihracatçılarımızın, Uzak Doğu kaynaklarından sıkıntı yaşayan alıcılara daha rahat yaklaşabileceklerini belirtmiştim.

Zira, eski tedarikçilerinden kaynaklanan sıkıntılarını, daha kolay erişilebilecek tedarik kaynakları ile aşabilmek çabasında olan alıcıların Türk ihracatçılarına daha sıcak bakacakları gerçeği yadsınamaz bir biçimde ortada duruyordu ve bence hala orada.

İhracatçılarımızın bu konuda oldukça başarılı oldukları çok açık.

Bu rakamlar arasında biraz geride duran bir düşüşe dikkat çekmek isterim.

Avrupa Birliği’ne (AB) ihracatımızın Mart 2021 itibariyle, toplam ihracatımıza oranı yüzde 41,4 oldu.

Bunun memnuniyet verici olduğunun altını çizmek isterim…

Çünkü bu azalış, Türk ihracatçısının ihracat rakamlarını da arttırarak alışkanlıklarının dışına çıkabildiğinin ve ihracat pazarında çeşitlendirmeye gidebildiğinin ciddi bir göstergesidir.

Aynı şekilde ABD’ye olan ihracatımızın da ciddi boyutta artmış olması dikkat çekicidir.

Yaşanan bu artış ile 2021 ilk çeyrek ihracatımız 50 milyar ABD Doları’nı bulmuştur ve böyle devam edebilmesi halinde, bu yıl için yapılan tahminlerin üzerine çıkabilmesi de olasıdır.

Ancak…

Olası alıcılarımızın bulunduğu ülkelerde, COVID-19 nedeniyle yeniden devreye alınan kapanmalar, otomotiv sanayiinde yaşanan çip krizi nedeniyle ortaya çıkan üretim düşüşlerinin ilerleyen günlerde bu artışlara gölge düşürmesi olasıdır.

Özel sektörün ve özellikle bürokrasimizin bu konudaki gelişmeleri yakından izleyeceğini tahmin ediyoruz.

Yaşanan bu artışlar başta ihracatçılarımız olmak üzere, özellikle yaşanılan kısıtlamaları aşmak için sanal ortam tedbirlerini hızla ve etkili bir şekilde devreye alan dış ticaret bürokrasisinin eseridir.

Bu artışlarda payı olan herkesin eline sağlık…

İhracat ekosistemi yaratalım…

Türk Dil Kurumu (TDK) ekosistemi şöyle tanımlıyor: “Belirli bir alanda bulunan canlılar ile bunları saran çevrenin karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik gösteren ekolojik sistem.”

Bu sohbetimizde de ihracat alanımız ile onu saran çevrenin karşılıklı ilişkilerine ve birbirlerini etkileyen unsurlara küçük bir dokunuşta bulunalım istiyorum.

Geçen sohbetimizde ihracatımızın eriştiği rekor rakamı gündeme getirmiş ve sohbetimizin başlığını da “Ümit Veren Artış” olarak belirlemiştik.

İhracatımızın artışlarından mutluluk duyduğumuz gibi, düşüşlerinden de endişe duyuyoruz. İhracatımızın artış gösterdiği son yıllardaki gözlemlerimiz bize bu artışların, maalesef, dengeli bir sürdürülebilirlik taşımadığını gösteriyor. Dış ticaretimizdeki ithalat ağırlığı ve bununla birlikte üretim yeterliliklerimizin ithalata bağlı olarak hareket etmesi, ihracatımızı sarsıyor.

Devlet tarafından ithalata olan bağımlılığın azaltılması için alınan tedbirler, verilen destekler birer birer hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bunlar hayata geçebildiklerinde dışa bağımlılık kuşkusuz ve mutlaka azalacak ve elimizi kuvvetlendirecektir.

Ancak, bunun zaman istediği ve bugünden yarına olamayacağını söylemek ise ” Aşikârı ifşa ” dışında başka bir şey değildir.

Ancak bunu yapmak ve ithalata bağımlılığı azaltmak zorundayız.

Ayrıca katma değeri yüksek ürün ihracatı da mecburiyettir…

Gerek tarım ve gerekse sanayi üretimimizi arttırmak için verilecek teşvikler, yapılacak yatırımlar mal ve hizmet üretimini arttırsa da

“İhracatı Kim Yapacak?”
2023 yılı ihracat rakamı için 500 milyar ABD Doları rakamı seslendirildiğinde de aynı soruyu sormuş ve kim yapacak demiştim. ” Ben zaten söylemiştim ” egosu olarak algılamayın lütfen. Amma yarım yüzyıla yaslanan gözlemlerimle toplanan veriler bana bunun olmayacağını kanıtlarcasına önümde duruyordu.

Küresel ekosistemi oluşturan ögeler gibi ihracatı oluşturan tüm ögeleri belirleyelim.

Bunları birbirlerinden ayırmadan, birbirlerine olan bağımlılıklarını ve karşılıklı etkileşimlerinin önemini gözeterek, ihracatımızın ekosistemini irdeleyelim.

Bu ekosistemin sağlıklı ve sürdürülebilir bir biçimde gelişebilmesi için yapılması gerekenleri masanın üzerine koyalım ve tümünün bir “Etkileşim haritasını” çıkartalım.

Bu çerçeveye giren tüm unsurlar için de bir “Etkileşim kontrol mekanizması” oluşturalım.

Finansman, bankacılık, lojistik, gümrük gibi unsurların yanı sıra “İhracatçı yetiştirme” sistemi oluşturalım.

Eskiden olduğu gibi bir “İhracattan Sorumlu Bakanlık” olması ve tüm bu koordinasyonun bu bakanlık eliyle yapılması, ihracatımızın sağlıklı bir sürdürülebilirliğe kavuşması için çok ciddi bir adım olacaktır.

Bugün Ticaret Bakanlığı tarafından yapılanları takdir etmemek haksızlık olur.

Ancak işi sadece ihracatı arttırmak olan bir kurumun getireceği faydanın daha fazla olacağı da kuşkusuzdur.

Dış ticaret eğitimi gören öğrencilerin aranılan yeterliliklere sahip olabilmesi için dış ticaret yapan işletmelerde MUTLAKA STAJ YAPMALARININ SAĞLANMASI gereklidir.

Dış ticaret okuyanların diploması var amma ne kadar dış ticaret biliyorlar da yapacaklar?

Türk ihracatına yabancı gücü

21 Nisan 2021 tarihli gazetemizde değerli İmam Güneş’in haberi önce ilgimi çekmişti ve okuduğumda da beni heyecanlandırmıştı.

Haber şöyle başlıyordu;

“Dış pazarlarda ilişkilerini kuvvetlendirmek isteyen ihracatçılar, Türkiye’de öğrenim gören yabancı öğrencilerden ticaret timi kuruyor. Firmaların hedefi öğrencilere önce Türkiye’de iş fırsatı sunup, ülkesine döndükten sonra da ihracat köprüsü olarak işbirliği yapmak.”

Heyecanımın nedeni de birkaç yıl önce bunu uygulamış ve başarılı sonuçlarını görmüş olmamdı.

Dış Ticaret Yönetimi ve İşlemleri dersleri verdiğim Anadolu Üniversitesi’nde, İngilizce sınıfımda mutlaka birkaç yabancı öğrenci bulunur. Türki Cumhuriyetlerden, Afrika ülkelerine oradan da Orta Amerika ülkelerine kadar geniş bir yelpazeden öğrencilerim oluyor.

İlginç olay sınıfımdaki Afrika ülkelerinden gelen öğrencilerden birinin dersime çok yakın ilgi göstermesiyle başladı.

Derste ciddi boyutta katılımcı oluyor, ders dışında beni yakalayıp sorular soruyor ve kariyer olarak dış ticaret sektörünü hedeflediğini söylüyordu.

Bir gün başka bir arkadaşı ile gelip benden ticari bilgi istediklerinde, çevrelerinde bu işlere ilgi gösterebilecek arkadaşları olup olmadığını sordum. Gerek lisans ve gerekse yüksek lisans ve hatta doktora seviyesinde arkadaşları olduğunu ve herkesin kendi çapında ufak tefek bavul ticareti yaptığını söylediler.

Ben de kendilerine, arkadaşları ile konuşmalarını ve dersimin olduğu bir gün akşam üzeri bir buluşma ayarlamalarını söyledim. İlerleyen günlerde değişik Afrika ülkelerinden on kadar yabancı öğrenci kaldığım Konuk Evi toplantı salonuna geldi ve sohbete başladık.

Kendilerini tanıtmalarından sonra, ticari bağlantıları nasıl kurabileceklerini anlatarak gerek okul süreleri içerisinde gerekse mezuniyetleri sonrasında bu konuda kariyer adımlarını atabileceklerini ve ciddi boyutta para kazanabileceklerini söyledim.

Bu öğrencilerin bazıları daha sonra benden destek alarak Türk firmaları ile temas etti. Yönlendirmem sonucu Türk ürünlerinin ve hatta bir keresinde de bir üretim tesisinin ihracatına aracılık edip kazanç sağladılar.

Çok ilginç bir tesadüf eseri olarak İmam Güneş’in haberinin yayınlandığı günde de bu öğrencilerimin beni tanıştırdığı bir iş insanı beni ziyarete gelmişti.

Bu öğrenciler ara sıra mesaj çekerek ilişkiyi koruyorlar…

Sözün özü şu ki bu öğrenciler burada bizim kültürümüzü, yaşam şeklimizi, ürünlerimizi tanıyor benimsiyor ve bunun esintilerini de ülkelerine taşıyorlar.

Bu kazanımlarını da bir türlü kazanç vesilesi yapabilince de olayların yönü ticarete yönleniyor.

İhracatçı Birlikleri gibi ciddi kurumların bu konuya eğilmeleri, bu tür organizasyonları resmi hale getirmeleri çok amma çok önemli. İsterseniz Türkiye’nin yabancı elçileri deyin isterseniz ihracat timi deyin adı önemli değil amma işlevi adından çok büyük.

Bu organizasyona imza atan dostlarımıza küçük bir tavsiyem olacak.

Bu çocukları hem girecekleri sektör konusunda ve hem de dış ticaret konularında eğitin. Eğitin ki onlar da yapacakları işleri bilinçli bir şekilde ve usulüne uygun olarak yapabilsinler.

Unutmayalım onlar için iş ilanı versek “Tecrübeli” talebimiz olamayacak…

Küreselleşmeye uyarı mı?

Ebedi Yeşil’in (Ever Green) Hep Verilen (Ever Given) gemisi, o yüksek teknolojisine karşın, yüklü konteynerlerin yüksekliğinin yarattığı yelken etkisine dayanamayıp, Süveyş kanalı gibi muhafazakâr bir ortamda dans etmeye kalkınca karaya oturdu.

Şaka bir yana, böylesi yüksek teknolojili bir geminin karaya oturması insanı düşündürüyor. Kanaldan geçişte uygulanan güvenlik önlemleri, kum fırtınasının ve görüş mesafesinin düşmesinin önüne geçemedi.

Geminin karaya oturduğu günden bu yana düşündüğüm konulardan bir tanesi geçmişte batılı ülkelerin Mısır’a askeri harekât düzenlemelerine kadar varan yaşanan krizler.

Dünya ticaretinin yüzde on ikisinin geçtiği söylenen bir kanaldan söz ediyoruz. Öyle bir kanal ki burayı kullanmayan gemilerin hem sefer süresi hem de yol masrafları, taşımacılıktaki rekabetlerini yok edecek kadar artıyor.

Kaldı ki Dünya’nın en güvenli kanallarından birisi olarak da tanımlanan bir su yolu.

Buna güvenilirliğe karşın böylesi bir olay tüm küresel ticaret dünyasının yüreğini hoplatıp, mevcut planlarını gözden geçirmelerine neden oluyor.

İlginçtir, Covid-19 pandemisi de aynı yürek çarpıntılarına neden olmuştu.

Oxford Üniversitesinde küreselleşme profesörü olan Ian Goldin’in New York Times (NYT ) gazetesinde yer alan bir ifadesi aynen şöyle; ” Gittikçe daha karşılıklı bağımlı olduğumuz sürece, her zaman tahmin edilemeyen kırılganlıklara daha fazla maruz kalacağız. Hiç kimsenin Pandeminin nerden çıkacağını tahmin edememesi gibi, hiç kimse bir geminin bir kanalın ortasında karaya oturacağını da tahmin edemezdi. Aynı şekilde bir sonraki siber saldırıyı veya finansal krizi de tahmin edemeyiz amma olacağını biliyoruz.”

NYT haberinde, bu kanal krizi ile bağlantılı olarak ayrıca, sermaye sahiplerinin paralarını stoklara bağlı tutmak yerine Tam Zamanında (Just-in-time) teslimat sistemini geliştirerek, hissedarlara daha fazla kazandırma yoluna gittikleri belirtiliyor.

Ancak her şeyde olduğu gibi “Azı karar, çoğu zarar” kuralının burada da çalıştığı ve tehlikelerin ortaya çıkabileceğinden söz ediliyor.

Ayrıca Covid19 krizinin getirdiği sıkıntılardan birisinin de küresel taşımacılıkta ortaya çıkan konteyner krizi olduğunu biliyoruz. Sea Intelligence/Danimarka firmasının haberine göre de Şubat ayında Asya’dan Avrupa’ya gelen konteynerlerin dörtte üçü limanlara geç gelmişler.

Söz ettiğimiz bu kadar olaydan sonra Türk ihracatçıları olarak bulunduğumuz yere, başka bir deyişle Türkiye’mizin konumuna bakarak, böylesi ve olası krizlerde ne kadar çözüm ortağı olabileceğimizi bir değerlendirelim.

En büyük ticaret ortağımız olan Avrupa Birliği ile doğal afetler olmadığı takdirde taşıma konusunda böylesi konteyner veya karaya saplanma krizleri sonucu tıkanma yaşamamız pek de olası değildir.

Öte yandan, bizim de küresel bağımlılıklarımızın bizleri böylesi krizlerde nasıl etkileyebileceğini düşünelim.

VUCA ile yönetim konusuna çok derinlemesine olmazsa bile ara sıra değinirim, kulağınızda olsun…

Tüm küresel koşulları dikkatle izleme ve akıllıca planlama yaparak yönetme çabası, Türk ihracatçılarını her geçen gün daha da güvenilir ve aranan firmalara yapacaktır.

Kırmızı COVID-19 ihracatı frenler mi?

Son günlerin en sıcak konu başlıklarından birisi de ulusal çerçevede görülen pandemi etkilerinin ülke haritası üzerinde renklerle edilmesi.

İşin görselliği bir yana, daha iyi bir vurgulama olamazdı diyebilirim. Pandemiyi hafife alarak, tedbiri değil elden bırakmak, hiç uygulamamak konusunda önde giderek “Acı patlıcanı kırağı çalmaz” vurdumduymazlığı ile davrananlara o kırmızı renk acaba dur diyebilecek mi?

Tedbirlerin yerel yöneticiler tarafından alınabilmesine olanak verilmesi, belki de kontrollerin daha hızlı ve etkin olabilmesini sağlayacaktır.

Kendi etki alanlarının rengini maviye çevirme çabası içerisindeki yöneticilerin, işi doğrudan sahiplenmeleri, olayların gidişatını nasıl ve ne kadar değiştirecek zaman içerisinde göreceğiz.

Bazı yerlerde tam kapanma bile yapılabilir sesleri duyulmakta…

Pandeminin, iş hayatını ne kadar derinden etkilediğini tekrar etmekte fayda yok.

Mısır’daki sağır Sultan bile duydu, hatta bu konuda yorum bile yapıyor…

Bizim derdimiz ihracat…

Beyaz yakalılarda pek sorun yok gibi.

Onlar yatacak derecede hasta değil iseler, evden çalışarak işlerini bir nebze aksatarak dahi olsa yapabiliyorlar.

İşletmeler özellikle mavi yakalıların kendilerinin ve/veya yakınlarının hastalanmalarından, temaslı olarak karantina altına alınmalarından çok çekiyor.

Ara sıra ziyaret ettiğim üretici dostlarımızın yakınmalarının büyük bir kısmı, pandemi nedeniyle oluşan devamsızlıklar ve bunun doğurduğu üretim aksamaları.

Hepimizin iyi bildiği bir konu, ihracatta zamanlamanın öneminin çok fazla olduğu.

Yükleme programına uyulamaması sonucunda karşılaşabileceğimiz sorunlar yumağı epey dolaşık olmaktadır. Bu nedenle işyerlerinde, pandemi tedbirlerinin uygulanmasında gösterilecek titiz davranışlar, işi çözemese bile sorunları uzak tutmada yardımcı olacaktır.

Ancak…

Yerel yöneticilerin alacağı tedbirlerin sertleşmesi durumunda, zamanlama ve uyulması gereken program açısından bağımlı olan ihracatçı ne yapacaktır?

Hele bir de işletmenin olduğu yerde tam kapanma uygulamasına gidilirse ne olacak?

Kişisel görüşüm yerel yöneticilerin, kendi bölgelerini bir an önce mavi renge yaklaştırabilmek için tedbirleri hızla ve etkili bir şekilde devreye alma olasılığının oldukça yüksek olduğudur.

Pandemi nedeniyle, tedarik zincirlerinde aksama yaşayan alıcıların, Uzak Doğu kaynaklarına farklı seçenek bulma çabalarında öne çıkan ülkemiz ihracatçılarının, böylesi tedbirler sonucu sıkıntıya girebilmeleri olasıdır.

Kuşkusuz bu tedbirler mücbir sebep olarak ileri sürülebilir ve sorumluluklardan sıyrılma olanağı bulunabilir. Amma alıcılara yaşatılacak sıkıntılar sonucunda, bize de alternatif aramalarına neden olabilir.

Bu nedenle ihracat yapan işletmelerimizin, pandemiden korunma konusunda yerel yönetimlerle dirsek temasında olmalarının faydası çok yüksektir.

Ayrıca işletme içerisinde, alınması önerilen ve gereken tedbirlerin alınmalarının ve uygulanmalarının sıkı bir kontrol ile sağlanması, ileride yaşanabilecek sıkıntıları engelleyebilecektir.

Uzak Doğu tedarikçilerine alternatif olma imkânını elden kaçırmamak için tedbiri elden bırakmayalım.

Korkulu rüya görmektense uyanık kalmak daha iyidir…

Tedarik zinciri, konteyner, ticaret savaşı

Geçtiğimiz hafta arkadaşımız Aysel Yücel, uluslararası ticaretteki çok önemli bir sıkıntıyı haberleştirmişti.

Konteynır bulma sıkıntısı…

Bunun nedeni olarak da piyasadaki boş konteynerlerin Çin limanlarına aktarılması için armatörlere baskı yapıldığını ve gerek bu baskı ve gerekse de kârlılık hesapları ile konteynerlerin da Çin limanlarına yönlendirildiğini yazmış.

Amerika Birleşik Devletleri’nin de (ABD) kendi limanlarından boş konteyner çıkışına izin vermediği, gelen gemilerin konteynerleri ancak dolu olarak alabildiği de haberde yer almıştı.

Buna İsrail ile Suudi Arabistan tarafından boş konteyner çıkışına getirilen kısıtlama da eklenince ihracatçımızın, konteyner bulmakta ve ihracat taşımalarında sıkıntı çekmekte olduğu da vurgulanmaktaydı.

Aslına bakarsanız, her ne kadar Çin boş konteynerleri toplamaya çalışıyorsa da orada da boş konteyner sıkıntısı çekiliyor.

Bunu bire bir yaşadığımız için çok yakından biliyorum.

Yılbaşı öncesinde, destek verdiğim bir dostumuzun Çin çıkışlı makine ithalatı için üç hafta kadar uğraştıktan ve iki kere erteledikten sonra yükleme yapabilecek konteyner bulabildik. İstenilen navlun da yedi bin ABD dolarının epey üzerinde idi. Fiyatların bugünlerde daha da yükseldiği söyleniyor.

Daha önceki sohbetlerimizde, batılı üreticilerin Covid19 krizi ile yaşadığı tedarik zincirindeki aksamaların bizlere bazı kapılar açabileceğini dile getirdiğim gibi bunu başarabilmek için atılması gereken adımlar hakkında da bazı önerilerim olmuştu.

Bu konuda erken davranarak yol alan dostlarımızın olduğunu da ara sıra ifade etmiştim.

Ancak Çin’in ortaya çıkan güvensizlik ortamını yumuşatarak eski günlere dönebilmek için yaptığı çalışmalar bütün hızıyla devam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde Çin’in yeni Ticaret Bakanı Wang Wentao bir demecinde, ABD ile ticaret ve ekonomi konularında ilişkilerini geliştirmeye hazır olduğunu söylemiş. Öte yandan Çin’in uluslararası ticarete verdiği politik desteği artıracağını ve tedarik zincirinin sorunsuz işlemesi için çalışacağını da ifade etmiş.

Görünen o ki ABD yönetimindeki değişikleri izleyen Çin yöneticileri uzatmaya çalıştıkları zeytin dalı ile ticaret savaşlarında kendi cephelerinin savunmasını güçlendirmeye çalışıyor. İhracat çıkışlarını kolaylaştırmak için cephane olarak kullanacakları, limanlarına konteyner toplamalarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Filler dövüşürken ayakaltında kalıp biz Türk ihracatçılarının ezilmemesi için bazı tedbirlerin acilen alınması gerektiği çok açık.

Taşımacılık sektör temsilcilerinin güzel önerileri var…

Bunlardan bana en hızlı ve etkin olabilir geleni ise bizim de limanlarımızdan boş konteyner çıkışlarının kısıtlanması. Arkasından geleni ise özellikle Avrupa Birliği pazarı için çoklu taşımacılık ( Multi-Modal ) konusunda destek sağlanması olabilir.

Diğer çözüm önerileri de kuşkusuz dikkate alınmalıdır amma ihracatçılarımızın sıkıntıları had safhaya varmadan tedbirlerin hızla alınmasında çok fayda vardır.

İhracatçı dostlarımıza önerimiz de konteyner siparişlerini oldukça erken vermeleri olacaktır.

Add to cart